
Kırkağaç’ın manevi mimarlarından bir zat: abid dede
Abid dede, 15 nci asırda yaşamış yerel çevrede sevilen sayılan ve hala sevgisine hürmet gösterilen bir zattır. Açık kimliği hakkında günümüze ulaşan yazılı bir kayıt olmamasına rağmen adının ibrahim olduğu söylenir.Abid Dede ismi ise vafatından sonra çok ibadet eden bir zat olduğu için halk tarafından kendisine verilen bir künyedir. yüzyıllardır hatıralarının halk tarafından ağızdan ağıza aktarılmasından dolayı tevatür yoluylada olsa, yaşamı hakkında bazı bilgileri günümüze ulaşmıştır. Kendisi aslen horasan civarından olup yüzyılın getirdiği siyasi ve dini gelişmeler sebebiyle Anadoluya göç etmiştir. Nasıl ve hangi sebebeple olduğu meçhul olsada Abid dede; o yüzyılda tarhala’ya bağlı olan şimdiki Kayadibi mahallesine yakın bir civarda kurulmuş olan Taş Köyüne yerleşir. Tarım ve hayvancılık işleriyle hayatını devam ettirir. Yerli halktan bir hanım ile izdivac eder. Abid dede Horasan kökenli olduğu için daha çok yüksek yayla havasına alışık olduğundan dolayı , hayvan yetiştiriciliğine daha fazla meyil ederek şu an mezarının bulunduğu mıntıkaya taşınır. Bu taşındığı mıntıkada zamanın şartlarına göre inşaa edilmiş , osmanlı karakolu vazifesi gören küçük bir kalede mevcuttur(günümüzde bu kaleden geriye pek bir emare kalmamıştır). Çeşitli ihtiyaçlarını bu kaledeki askerler aracılığı ile getirtdiği için köyede pek inme ihtiyacıda duymamaya başlamıştır. Çocukları olmamıştır, hanımıda erken yaşta bir hastalık neticesi vefat ettiği için Abid dede kendini tamamiyle ibadete adamıştır. Zaman zaman kaledeki askerlere vazu nasihatlerde bulunmuştur. Abid dede doğayı çok sevdiği ve Peygamber efendimizin ^^Kıyamet kopuyor dahi olsa, elinizde bir fidan varsa onu toprağa dikin^^hadisi şerifi mucibince yaşadığı yeri ağaçlandırmıştır. Hatta mezarına yakın bir yerde o dönemden kaldığı düşünülen ulu bir dut agacı hala meyva vermektedir. Abid dede zaman zaman civar köylere gider oradan kendine Allah dostları bulur onlarla istişare ederdi. Yaşadığı dönemde en önemli dostu ilçemizinde manevi şahsiyetlerinden olan Sarı Hoca hazretleridir. Bu iki zat birbirlerini o kadar severlermiş ki ikisi arasında efsaneleşen bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim. Kibrit ve çakmağın olmadığı o yıllarda Sarı Hoca Efendi, Abid dede’ye pamuğun arasına koyduğu ateş közü gönderirmiş, abid dede ise bu hediyeye kargıdan örülmüş sepete doldurduğu buz gibi yayla suyu göndererek karşılık verirmiş. Bu iki zat arasında geçen şu mankıbe çok meşhurdur : Sıcak bir yaz günü Abid dede yine sepetine doldurduğu buz gibi yayla suyuyla, geçimini kundura tamirciliği yaparak kazanan Sarı Hoca Hazretlerinin dükkanına gelir ve sepeti tavandaki çengele asar. Hoş beş sohbet ederler iken dükkana yırtılan çarığını diktirmek için bir hatun kişi gelir. İstemeden abid dede’nin gözü hatun kişinin yırtılmış olan çarığının açık kısmına nazar eder, Hikmeti hüda sepetten su damlamaya başlar. Bunun üzerine Sarı Hoca Hazretleri herkese ibret olması gereken ikazını yapar. – abid abid kendine gel, marifet dağda nefsine çoban olmak değildir; asıl marifet burada insanlar arasında nefse çoban olmaktır. Bunun üzerine yaptığı hatanın farkına varan abid dede içten içe büyük bir pişmanlık duyar ve suyun damlaması kesilir. Ölüm tarihi hakkında kesin bir bilgi mevcut değildir. Fakat mezarı günümüze kadar korunarak ulaşmıştır. Günümüzde Abid dede hürmetine mezarının olduğu yerde gelenek halini alan yemek hayrı yapılmaktadır. Allah şefaatlerine cümlemizi ulaştırsın.
Mehmet GÖNLÜAÇIK
pelin özberk
hocam ağzınıza kaleminize sağlık. teşekkürler..