TARİHİN TAHRİBATA MARUZ BIRAKILDIĞI SESSİZ YILLAR
Cumhuriyetin ilanından sonra atanma yoluyla belediye başkanlığına getirilen ilk belediye başkanıdır. 1923 ile 1938 tarihleri arasında 15 yıl aralıksız belediye başkanlığı görevinde bulunmuştur. Bu belediye başkanı görev yaptığı yıllar içerisinde belli bir eser meydana getirilmesiyle değilde daha çok atalardan kalan eski eserleri yıkmasıyla meşhur olmuştur. Güzel Kırkağaç’ımız yunan işgali altında kaldığı 20 haziran 1920 ile 06 eylül 1922 tarihleri arasında ; 2 yıl, 2 ay 17 gün işgal altında kalmıştır. Bu zaman diliminde, işgal kuvvetleri tek bir yapının kiremitine dahi dokunmadıkları halde, bu belediye başkanımız görev yaptığı 15 yıl boyunca neredeyse tüm mesaisini ata yadigarı eserleri yok etmeye ayırmıştır.
İlk ortadan kaldırdığı yer; Kırkağaç’ın kurulduğu yıldan beri kullanılmakta olan atalarımızın gömülü olduğu asri mezarlık olmuştur(1928 yılı kaldırma başladı). Bu mezarlık alanından elde edilen arsaların üzerine de görkemli geniş bahçeli evi de ilk kendisi yaptırmıştır(resim-1).Eskilerden dinlediğime göre bu mezarlıkta asırlık servi ve meşe ağaçları bulunmaktaymış. Bunun yanı sıra her biri birbirinden güzel ve nadide mezar taşları ile doluymuş. Bu mezar taşlarının o günlerde toplanıp nerede dolgu malzemesi yapıldığı konusunda hiç bir belge ve bilgiye ulaşamadım. Yalnız geçtiğimiz günlerde ilçemiz tevfikiye mahallesi, kilise meydanı yakınlarında belediyenin yaptığı bir harfiyat çalışma alanında eski bir mezara ait olduğunu anladığım bir mezar taşı parçası buldum. Harfiyat yapılan alanın ayakta kalan duvarlarını dikkatlice incelediğimde iki adet taştan kavuğun ve pek çok mezar taşının söz konusu duvarda yapı malzemesi olarak kullanıldığını üzülerek gördüm(resim-2).(Taştan kavuk olarak tabir ettiğim eserler Osmanlılar zamanında erkeklere ait mezar taşlarının üstünde, mevtanın konumuna göre çeşitlilik göstererek bulunurdu.) Buradan da mezar taşlarının bazı kendini bilmez halk tarafından da yağmalanıp inşaat malzemesi olarak kullanıldığını anladım. Bu belediye başkanı döneminden kalan ve hala kullanılmakta olan tek eser ise Kırkağaç-Gelenbe kara yoludur. Yaptığım araştırmalarda mezarlık alanında çıkan taş, toprak ve ilçemizin tarihi demek olan mezar taşlarının bu kara yolunun yapımında dolgu malzemesi olarak kullanıldığını tahmin ediyorum. Bu yolun yapımında yaşanan çok çarpıcı bir olayı da tarihimize kayıt düşülmesi açısından sizlerle paylaşmak istiyorum. Kırkağaç-Gelenbe karayolu o yıllarda şimdiki kullandığımız güzergahtan çok farklıydı. O zaman ki yol günümüzün memiş mahallesi ile tevfikiye mahallesinin sınır olduğu halkımızın ”Dede Yolu” olarak bildiği yoldan başlar,yeni kavun heykelinin olduğu eski ”küçük çayır” üzerinden ”yayılgan” çayırına ulaşırdı. Buradan da şimdi sadece köprü ayaklarını görebildiğimiz eski köprü ile Bakır Çayını geçer, ”lalelik” ve ”kabak harmanı” mıntıkası üzerinden ”ılgınlı yol” vasıtasıyla Siledik köyünün altına ulaşır, buradan öteye de şimdiki yolundan devam ederdi. Bu güzergah ulaşım açısından en kestirme yol olduğu halde Celal Beyin müdahalesiyle şimdi kullandığımız istikamette inşa edilmiştir. Bunun tek nedeni ise, belediye başkanın Değirmenler mevkiinde bulunan ve sayfiye evi(resim-3) olarak kullandığı yazlık evinin yanından yolun geçmesini istemesidir. O dönemlerde halkın pek fazla söz hakkı olmadığı için yol mecburen buradan geçirilmiş, mesafenin uzamasının sebeb olacağı kayıplar şahsi çıkar uğruna gözardı edilmiştir. Günümüzde devlet Kırkağaç-Gelenbe karayolunda bir düzenleme çalışması yapmakta ve güzergahı ise yukarıda anlattığım eski istikametinde olmaktadır.
Belediye başkanı Celal beyin bir diğer büyük kıyımı ise camiler üzerine olmuştur. Belediye başkanlığı yaptığı 15 yıllık süre içinde benim isimlerini ve yerlerini belirlediğim yaklaşık 10 adet cami ve mescidi yıktırmıştır.( İnşaallah bu konuda ki çalışmamı tamamladığımda yıkılan tüm mabedlerin isimlerini ve yerlerini sizlerle paylaşacağım.) Celal beyin yıkımlarından türbelerde nasibini almış, ilçemizde ne kadar üstü örtülü türbe varsa yer ile yeksan edilmiştir. Harf devrimiyle beraber saldırılar eski Osmanlı kitabelerine sıçramış, binaların Osmanlıca kitabeleri ya yerinden sökülmüş ya da üzerleri sıva ile kapatılmıştır. Belediye başkanı tüm yıkımlarını Nalbant Mehmet namıyla maruf bir kişinin başında olduğu bir yıkım ekibine yaptırmıştır. Daha sonra ki yıllarda Nalbant Mehmet intihar ederek hayatını sonlandırmıştır.
Hayatı hakkında pek fazla bilgi ve belge bulamadığım Celal beyin; Bedia Hanım ile evli olduğunu, adı sedat olan bir oğlu ve Suat isminde bir kızı olduğunu, Oğlu sedatın zimmetine para geçirmek suçundan uzun süre hapis yattığını, özgür kaldıktan sonra ise evinin banyosında ölü bulunduğunu öğrendim. Ölümünün intihar veya bir kaza neticesinde mi olduğu bir muamma olarak kalmıştır.Oğlu öldüğünde 33 yaşında bulunuyordu. Kızı evlenmiş onun da iki kızı olmuştur. Ne acıdır ki; çok şaşalı bir yaşam sürdüren Celal beyin ölümü de tam bir ibretlik durumdur, yaşamına zehir içerek son vermiştir.Mezarı Kırkağaç asri mezarlığında bulunmaktadır(resim-4). Mezar taşındaki yazı ise yaptığı işlere göre çok farklıdır.
Hayatı bu güne kadar bir sır olan Celal Bey ve yıkımcı başı Nalbant Mehmet için halk tarafından kahır dolu ağıtlar söylenmiştir. Yaşlılardan tespit edebildiklerim şunlardır :
Tanrı uludur, tanrı uludur
memurlar ümmetin kuludur,
fakirler üvey oğludur
Haydin bakkala, şekere pirince
Neşe verir ağıza girince
Düşünelim bu işleri derince
Yatacak gölge arayalım serince
———-
Nalbant Mehmet katip olmuş,
Celal beyin sırtından
Camilerin halıları kilimleri sırtında
Furun üstünde furun
Ankara’ya telgraf vurun
Cemal bey camileri satıyor
Bunu haberde bulunun
Musahoca köyünden Hacı Süleyman isimli kişiden derlenmiştir
Celal Beyin evi
Duvar yapı malzemesi olan sessiz tarihimiz
Celal Beyin yazlık evi
erol uzsoy
Mehmet Gönlüaçık kardeşim,
Değerli çalışmalarınızı ilgi ve takdirle izliyorum. Devamını diliyorum. Ne actdır ki bu güne kadar hiç kimse bu kadar derinlemesine Kırkağaç tarihi araştırmaları yapmamış.Bir şey eklemek isterim; Belediye başkanı ve emrindeki nalbant bu işleri kendi başlarına değil, 1927 senesinde çıkan ve kağıt üstünde hala yürürlükte olan 1057 sayılı kanunun emri üzerine yapıyorlardı…